Ramazan ÖZBEK, Y.Şehir Plancısı
Modern kelimesinin en yaygın kullanımı yeninin ya da yakın zamanın anlatımıdır. İster olumlu ister olumsuz değerlendirilsin, gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara modern denilir. Aslında modern radikal bir değişmeden sonra ortaya çıkanı adlandırır ve insana olduğu kadar insanın ürettiği her türlü yapay çevreye de uygulanır. Yani modernite önce insanı sonra ise insanın üretimini değiştirir. Modern olmak artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir.
Yeni bir dünya görüşüne apansız geçilmez. Bu alt üst oluşu öncelikle fizik başlatmıştır. Moderniteye geçişi belirleyen dört devrim, bilimsel, siyasal, kültürel, endüstriyel devrimlerdir. Bunlardan her biri aşamalar ihtiva eder; her bir alanda az yada çok modern olunabilir. Öte yandan hiç de diğer devrimleri içselleştirmeden bir ya da birçok devrimi gerçekleştirmek mümkündür.
Bilimsel Devrim
Bilimsel devrim Newton’un Evrensel Yerçekim Kanunu’nu keşfetmesiyle başlar. Böylelikle doğrudan Tanrı ve melekleri tarafından yönetilen bir doğadan, kendini düzenleyen bir doğaya geçilir. Daha önce insan Tanrının düzenli ve ölçülü bir şekilde yarattığı, sonlu ve hiyerarşik bir dünyada, doğal ve tanrısal arasında bir aracıydı. Newton’dan sonra evren, mekanik olarak düzenlenmiş, determinizme boyun eğen ve insanın yasalarını keşfetmek zorunda olduğu bir evren olarak görülür. Bu görüşe göre evrenin tümü matematikle anlaşılabilir. Sonsuz küçüklükler hesabıyla başlayan yeni yasalar Einstein’ın genel göreceli ve daha sonra kuantum mekaniği ile devam eder. Gelişen matematik ve fizik kanunlarıyla global sistemlerin tasarlanamaz olduğu ortaya çıkmıştır. Moderniteyi yaratan bilim onun sonunu da hazırlamış olur.
Siyasal Devrim
Siyasal devrimde kopuş modern demokrasinin önce İngiltere ve Amerika’da ardından da Fransa’da belirişiyle damgalanır. Buradaki yenilik demokrasinin yalnızca bir yönetim biçimi olmayı bırakıp ( Platon ve Aristo’dan beri böyleydi
devletin tek rasyonel biçimi haline gelişidir. Artık modern devlet yalnızca demokrasi ile vardı.
Bununla birlikte demokratik kuruluş bir defada tümüyle belirlenmiş değildi. Bu devrimde önemli olan iktidarın temeliydi. Artık iktidarın kaynağı, örneğin Tanrı gibi başka bir yerden değil, halk dan gelmeliydi. Kaynağını halkdan alan iktidarın yalnızca meşru olması yetmeyip, akla uygun olması da gerekliydi.
Kültürel Devrim
Kültürel devrim ötekiler gibi apansız ortaya çıkmamıştır. Kültürel devrim yeni fiziksel dünya görüşü içinde çok güçlü bir şekilde kök salan düşünce hareketidir. Söz konusu olan düşüncenin laikleşmesi ve her alanda tüm ölçütlerin rasyonelleşmesidir. Laiklik kendisini zorunlulukla bir din eleştirisi olarak sunar. Artık doğa öteki olmadığı gibi; insanın dışlandığı ve ona bilmesi ve üzerinde hakimiyet kurması için verilen bir alan da değildir. İnsan kendini düzenleyen bir doğanın içinde doğanın bir parçası olarak yaşamak zorundadır ve ilişkilerini bu şekilde yönlendirmek durumundadır.
Endüstriyel Devrim
Endüstriyel devrim insanla doğa arasında aracı konumda bulunan teknik yapının gittikçe özerklik kazanması anlamına gelir. Artık emek süreci doğrudan üretici insana değil makinaya bağlıdır. Böylelikle üretim elde etme fikrinden kar elde etme fikrine kayış gerçekleşmiştir. Ekonomik, sosyal ve fiziksel tüm yapılar teknik ilerleme ile değişir, modern düşünce modern bir fiziksel yapıya ulaşır.
Teknik ve bilimin ilerlemeleri modern düşüncenin açmazını da yaratmış olur. Özellikle 1960’lı yılların sonlarından başlayarak kültürel kopuşlarla, anarşi hiyerarşiye, bireysel özgürlük kolektif değerlere üstün tutulur olmuştur. En sonunda pozitivizm, rasyonalite, bilim ve tekniklerin gelişmesine duyulan inanç ve standartlaşmış nesneler üreten endüstri ile karakterize edilen modernizm ile toplumsal çeşitliliği ve parçacılığı benimseyen post-modernizm karşıtlığına ulaşıldı.
Post-modernizm pozitif bilimlerin kesinliklerinden genelleşmiş bir belirsizliğe geçişi karakterize eder. Post-modernizm’de bilimci ideolojinin gerilemesi, görecelik ve bireyciliğin değer kazanışı, her alandaki temel ilkelerin geçersizleşmesi, dekonstrüksüyonun tadı ve insan davranışlarının belirsizliği yatar. Aynı zamanda post-modernizm bilimdeki kaosun yerine bilinmezlere dayanan bir inanç sistemini de getirir.
Modernizm ve post-modernite günümüz dünyasında birlikte yaşamaya devam eder. Durumun böyle olması şu andaki fizik kanunlarının birleştirilememesinden kaynaklanır. Çünkü, makroskobik diyebileceğimiz Newton ve göreceliğe dayalı matematiksel bilim ile, kaynağını kuantumdan alan kavramlar, parçacıklar ve olasılığa dayanan mikroskobik bilim henüz birleştirilememiştir. Newton tipi bir evrenin bilimdeki açmazı giderebileceğini varsayarsak moderniteye farklı bir boyutta tekrar dönüleceğini söyleyebiliriz. Fiziğin tümünün kuantum mekaniği etrafında birleştirilebileceğini varsayarsak post-modern bir dönemin süreceğini söylemek yanlış olmaz.
KUANTUM ESTETİĞİ VE MODERN / POST-MODERN YAPI
İnsan ile onu çevreleyen maddi dünya arasında bir etkileşim bulunur. Basit olarak ilişkiye girdiğimiz her türlü maddeyi etkileriz ve bu etkilenme sürecinde onlardan etkileniriz. Örneğin herhangi bir maddeyi kırar, yakar veya yeniden yapabiliriz. Ayağımıza takılan bir taş düşmemize sebep olabilir.
Kumdan testi yapmaya çalışan bir çocuğu düşünelim. Daha önce o’na öğretilerden veya deneyimlerinden dolayı çocuğun kafasında bir testi imajı bulunur. Bilinçli bir şekilde kumu şekillendirdikçe ortaya çıkan şekil kafasındaki imajın değişip gelişmesini sağlar. Yani çocuk maddeyi şekillendirdikçe madde de onun insan olarak anlamını yansıtır. Çocuk testiyi yaparken kendini ortaya koyduğundan kendi de gelişir. Çocuk ve testi birbirlerini var ederler.
Bir bebek anne sütü emerken sadece doyma eylemini gerçekleştirmez, aynı zamanda önce annesini, sonra annesinden ayrı olan kendisini, daha sonra ise annesi ile birlikteliğinden ayrı olan dış dünyayı algılar. Bir varlık olduğunu anlayan çocuk, doyma ihtiyacının giderilip giderilmemesine göre emdiği göğüsün iyi ya da kötü bir göğüs olduğunu saptar.
Kısacası insanlar ihtiyaçlarının ve taleplerinin giderilip giderilmemesine göre kendilerini ve dış dünyayı tanırlar. Bir maddeyi iyi veya kötü diye yargılarken ihtiyacımızı karşılayıp karşılamamasına bakarız. Aynı zamanda ihtiyaçlarımızın giderilmesinde insanlığımızı yansıtan bir takım değerler de ararız. Kısaca estetik dediğimiz; objeleri hissetme, güzellik ve değer kavramları bunlardandır.
Kaselerden masalara, evlerden şehirlere kadar modern mimari ve şehir planlarında sadece fonksiyonel kaygı gözönüne alınmıştır. Bu, fonksiyona yönelik ürünlerde birçok çirkin öğeler bulunabilir. Plastik masa, dev beton kuleler gibi… Bunlar insancıl faktörleri dışlayan mekanik amaçlı dizaynlar olup, onların kullanımları uzaklaşma hissini yaratır. Yani insancıl bilinci içermeyen bu tip eşyalar onlarla ilgilendikten sonra geriye hiçbir etki bırakmazlar. Bizimle diyalog halinde değildirler ve kendimizi keşfetmemize yardımcı olmazlar.
1761’ de Jean Jacques Rousseau’nun ifade ettiği modern şehir de aynı özelliklere sahiptir:
“Burası farklı grupların ve insanların bitip tükenmek bilmeyen çatışma alanı… Herkes her an kendisiyle çelişmekte. Herşey saçma ama artık kimse hiçbirşeye şaşırmıyor. Çünkü herkes herşeye alışmış durumda… Bu öylesine bir dünya ki iyinin ve kötünün, güzel ve çirkinin sadece kısıtlı ve bir yerden diğerine değişen anlamı var. …gözümün önünden bir sürü nesne geçtikçe, başım dönüyor. Bana çarpan şeylerin hiçbiri beni gönülden etkilemiyor ama hepsi bir araya geldiklerinde duygularım karışıyor; kim olduğumu, kime ait olduğumu unutuyorum.”
Modernizm kır yaşamının çağrıştırdığı tüm değerlerin tam tersini savunur. Ona göre kent uygarlığın beşiği, insan aklının en yetkin ürünüdür. İnsanın doğa üzerindeki zaferinin bir simgesidir kent. Aynı zamanda modernizm kenti, insanın çevresini ve toplumsal ilişkilerini düzenleyebilme, örgütleyebilme gücünün ifadesidir. Bundan dolayı modernistlerin kente bakışları hep işlevsel olmuş ve kenti Le Corbusier’in dediği gibi ‘bina üreten fabrikalar’ olarak görmüşlerdir.
Modernist bilimler kente hava fotoğrafı çekilmiş kent gözüyle bakarlar. Amaç; kenti, kentin gelişimindeki etmenleri anlamak, denetlemek ve yeni bir gelecek yaratmak uğruna bunları yönlendirmektir. Bu yönlendirmeyi kapsamlı ve akılcı bir planlama anlayışıyla yaparlar. Kent planları kentteki kullanımları birbirinden kesin çizgilerle ayırır, kentin geleceğini denetim altında tutmaya çalışır.
Modern dünya bunu ne derece başarabilir ve insanların ihtiyaçlarını ne derece giderebilir?
Bir kasenin, bir masanın veya evin estetik açıdan ihtiyaçlarımızı ne derece karşıladığına yönelik kriterler yoktur. Eğer bu maddeleri kendimiz yapıyorsak; kendimizi ve dünyamızı yansıttığından estetik ihtiyaçlarımızı giderebilir. Fakat başkaları tarafından tasarlanıyorsalar ihtiyaçlarımızı giderip gidermediklerini nasıl anlayabileceğiz.
Asırlar boyunca bu soruyu cevaplamaya yönelik birçok felsefik fikir oluşmuştur. Platon’a göre bir madde orijinalinin aynısı ise estetik olarak güzeldir. Aristoteles bir maddeyi anlam taşıyorsa güzel sayar. Romalılara göre güzel olan onun altında yatan kanuni prensiplerdir. Benzer şekilde Hıristiyan mimarisi ve Gotik döneminde de Tanrıya ve İsa’ya duyulan sevgi ve arzuyu dile getiren anlayışa güzel denilir.
Modern mimaride bu tür bakış açıları bulunmaz. Doğal olarak maddenin özüyle ilişkimiz yoktur. Pekçok kimse yediği yiyeceğin, giydiği kıyafetin veya oturduğu evin kaynağı ile ilgilenmez. Kısacası modern çağdaki birçok insan estetik değerleri yargılamaya yönelik objektif standartlara sahip değildir. Bir evin diğerinden yaşamak için daha tatmin edici olduğuna biz değil, tasarımcılar karar verir. Bu da yasalarla belirlenmiş standartlarla sağlanır. Fakat bu standartlar bizim estetik ihtiyacımızı ne derece tatmin edebilir?
Aslında hayat şeklimiz ve yaşam durumumuz ne olursa olsun biz içimizde taşıdığımız doğanın bilincindeyiz. Bu bilincimizle göreceli bir iyi kötü kavramına ulaşırız. Kuantumla birlikte içimizdeki doğallık yoğunlaştığından birçok estetik kriterlere imkan verebilecek durum oluşur. Bu bizim bütün estetik ihtiyaçlarımızın altını çizer ve bize değerlendirmek için objektif bir kriter sunar. Eğer ürünler bizim içimizdeki doğallığı ifade ediyorlarsa başarılı olabilirler, aksi halde başarısızdırlar.
Kuantum estetik sisteminde en önemli dinamik unsur statik ve kaotik arasında çok önemli bir ara kesit oluşturmasıdır. Bu da standartlaşma ve homojenizasyon gibi eşit koşullardan uzaklaşmayı tarif eder. Bu aynı zamanda bir denge durumunu ifade eder. Her bilinç sistemi içerisinde bir denge söz konusudur. Psikolojik anlamda sıkıcılıkla şaşkınlık arasında bir ayrışma çizgisi vardır.
Bizi sıkan bir yapıtın dizaynında veya yapısında yetersiz hareket bulunur. Bu durum küçük boyutlu resimlerde ve modern evlerde açıkça görülür. Bir kullanışlı evin garip kenarları olmaz ve kesin mekanik ilkelere göre dizayn edilir. Bu kullanışlı evin köşeleri karedir, tavanı en uzun insanın kafasının değmeyeceği yüksekliktedir, kapılar ve pencereler simetriktir. Doğal olarak mekanik prensiplere göre dizayn edilmiş bu kullanışlı evde hiçbir yaratıcılık söz konusu olamaz. Herhangi bir sürprizin olmaması gözümüzün hiçbir şeyi yakalamamasını doğurur. Her görüntü homojendir. Oysa yaşayan sistemler ve bilinç sistemleri homojen değildir.
Sonuç olarak ortaya çıkan bu durum sıkıcı olup, objektif olarak çirkin diye nitelendirilebilir. Çünkü, doğaya rağmen, doğaya yapılmış bir şiddeti tanımlar. Bilinç sahipleri de doğaya yapılmış bu şiddete şiddetle karşılık verip, onları yıkmaya veya tahrip etmeye çalışır. Çünkü herhangi iki yaşam asla aynı değildir ve biz insanlar kişisel farklılığımızın etrafımıza yansımasını isteriz.
Toplu konutlarda olduğu gibi modern mimarinin ortaya koyduğu bu sıkıcı durum yanında; labirent türü devamlı şaşırtıcı bir yapılanma da uç noktayı oluşturup, kaotik bir yapı sergiler. Kuantum estetiği bu sıkıcı ve şaşırtıcı uçlarda bir denge arayışına gider. Bu denge kişinin özbilincinin doğallığıdır.
Kent içindeki komşuluk birimleri tek tek incelendiğinde, sıkışık ve sıkıcı bir yapılanma sergiledikleri, toplu olarak incelendiklerinde ise dağınık ve kaotik bir görünüme sahip oldukları anlaşılır. Bu kaotiklik kentin nedensiz bir şekilde gelişmesini ve insan doğasına ters bir yapılanma sergilemesini gerektirir. Kent geliştikçe bu bayağılık ve kötülük gittikçe derinleşir. İnsanlar kendi doğallıklarındaki estetiği kentte bulamadıklarından onu tahrip etmeye başlarlar.
Bilinçliliğin dinamik doğasını yansıtan dizayn kavramına daha pozitif bir örnek Japon bahçeleri verilebilir. Bu bahçelerde şelaleler ve küçük tepeler tamamen dengelenmiş bir hareket hissi uyandırır. Renklerin güçlü süperpoze edilmesi ve seçilmiş ağaç ile bitkilerin durgun ve uyarılmış hareketleri bir dengeye götürür. Bu denge doğalla uyum içindeki insan ruhunun maddi bir ifadesidir. Bu anlamda Japonlar için bahçe yarı dini bir anlam taşır.
Fabrikadan çıkan bir çekiş endüstriyel bir ürün olduğu için insanla fazla bir iletişime giremez. Fakat çekicin sapı eğer ağaçtan ise, onu kullanan işçinin elleriyle yeniden şekillenecek ve iletişim haline girecektir. Tıpkı, yeni bir ayakkabıyı ayağımızın ilk günler kabul etmemesi gibi… Zamanla ayağımızın şeklini alan ayakkabı bizimle daha sıkı iletişime geçer ve biz onunla rahat ederiz.
Oysa plastik malzemeler bizimle iletişime geçebilir mi? Plastik sabit ve tek boyutlu bir malzemedir. Ona başta verdiğimiz her şekli alır ve sonra verecek yeni bir şekil bırakmaz. Yalnızca üzerine uzun süre dirsek dayanıldığında ya da çizilip kırıldığında şekli değişir. Bu da kullanıcı ile yeterli bir iletişim sağlayamaz. Yeterli bir iletişimi giremeyen kullanıcı, plastik malzemelerle mutlu olamaz.
Görüldüğü üzere çok sıkıcı, çok karmaşık, çok sert veya çok anonim malzemeler dünyanın doğallığını yansıtmayan maddelerdir ve özgünlüğümüzü arttıracak ya da bilinçliliğimizi uyaracak hiçbir etki yaratamazlar. Modernizm anlayışı ile şekillenen endüstri bahsedilen bu malzemeleri üretmeye çalışır. Bilinçli kullanıcılar bu tip malzemelere yönelmektense antikalara rağbet etmeyi, yapıları paslanmaya bırakmayı tercih ederler ve madde ile iletişime geçebilecek yeni anlayışlar geliştirmeye çalışırlar.
Doğa ile insan bilincinin birleştirilmesine yönelik tasarımların bir kısmı post-modern anlayışları takip eder. Post-modernizm, kenti bir bütün olarak görmemizi sağlayan mantıksal temelleri ortadan kaldırır. Modernizm kenti uçaktan görmesine karşılık, post-modernizm kenti bir anlamda sokakta yürüyen kentli insanların gözüyle görür. Bu kent hertürlü bütünlüğünden koparılmış, parça parça algılanan bir kenttir. Üstelik bu parçalar bir bütünün parçaları değil, kendi başlarına anlamları olan birimlerdir ve dolayısıyla kent parçalarını birbirine bağlayıcı bir mantık da aranmaz.
Kent planlama açısından bakıldığında post-modernizm planlama mesleğine yöneltilen en büyük tehdidi oluşturur. Kente parçacı bir yaklaşımla bakan post-modernizm her soruna çözüm bulma iddiasındaki planlama çabalarının karşısında yer alır. Post-modernizm için, kent mekanının kendi başına anlamı vardır ve disiplin altına alınması imkansızdır. Post-modernizm, kenti, çeşitliliğin, farklılığın mekanı olarak görmüş ve bunu ön plana çıkarmıştır. Modernizmin dayattığı ulusal kültür, ulusal kimlik ve ortalama bir insanın ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik büyük projelerin aslında bizlere öğretilen bir kurgu olduğu, tek bir kültür ve tarih olmadığı gibi, her insanın ihtiyaçlarının çok farklı olabileceği post-modernist uygulamalarla ifade edilmeye çalışılmıştır. Post-modernizm kette yaşamamızı sağlayan haritayı elimizden almış ve sağlam bir referans noktası olmayan haritasız kentler yaratmıştır. Bu da, insanın denetlenmeden kent ile onun doğası, insan bilinci ile doğa bilinci arasında koşturmasını gerektirmiştir.
Öte yandan post-modernizm, kent mekanının farklı gruplar, özellikle de modernizmin dışladığı marjinal gruplar ve komşuluk ünitelerince nasıl kullanılacağına ilişkin önemli sayıda araştırmaya esin kaynağı olmuştur. Londra’da şehir konseyinin sorumluluğundaki şehir parkı ile bölge sakinlerinin oluşturduğu mahalli parkın kullanımları buna iyi bir örnek teşkil eder.
Şehir parkı projesi şehir konseyi tarafından tasarlanıp uygulanmış ve bu arazi dışında yaşayan konsey bahçıvanları tarafından bakımı yapılmaktadır. Genelde düzenlemede kullanışsız çalı kümeleri, gölgesiz asfalt kaldırımlar, oyun alanları kullanılmış, etrafı geniş gözenekli telle çevrilmiştir. Çevrenin yüksek yapılanması park içersinden görünebilmektedir. Bu park, tasarımı ve yerleşim şemasındaki hareketsizlikten dolayı sıkıcı bir durum oluşturur; kullananların kendilerinden birşeyler katmasına izin vermez ve aynı zamanda profesyonel işçiler tarafından yıllarca korunup değişime uğramaz. Park çevrede yaşayanlarla yaratıcı bir diyaloga giremediği için serserilerin, karışıklıkların yatağı haline gelmiştir.
Bu parkın kullanılmamasından ötürü mahalle sakinleri ve çocukları şehir konseyinden bağış aldıktan sonra kendilerine daha samimi olacak bir alanda küçük bir park tasarlama işine girişmiştir. Bu parkta kum tepeleri, mat renkli oyun gereçleri, gölgeleyecek ağaçlar, oturma bankları ve mahalle sakinlerinin boyadığı dövme demir parmaklıklar kullanılmıştır. Yeşil alanlar mahalle sakinleri tarafından nöbetleşe sulanmış, parkın bakımını çoğunlukla şehir parkında karışıklığa neden olan çocuklar yapmışlardır. Küçük park mahalleliyle toprağın terkedilmiş bir parçası arasındaki yaratıcı diyalogdan meydana gelmiştir. Hatta bu park sayesinde komşuluk ilişkileri genişlemiş, birbirleriyle diyalogları da gelişmiştir.
Sonuç olarak kuantum sisteminin oluşturduğu denge kavramı, bilinçli post-modernist uygulamalarda bir ölçüde kendini bulur. Kuantum daima insanı ve onun yorumunu davet eden, farkedilmeyen anlamlara gebedir. Özgür ve farklı olan herhangi birşeyde insanı yaratıcı kılan unsurlar bulunur. Bu yaratıcılık nesnelerin kendi hallerine bırakılmasından, doğal gelişimine izin verilmesinden kaynaklanır. Doğal kaliteyi yansıtan tasarımlar insanlarla diyalog halindedir. Bu diyalog devam ettiği sürece, insan o tasarımda yaratıcı kişiliğini bulabilir ve geliştirebilir.
KAYNAKLAR
- ZOHAR, Dannah, The Quantum The Self, Flamingo Londra, 1990
- JAMESON, F., LYOTARD, J.F., HABERMAS, J., ZEKA, N., Postmonernizm, Kıyı Yayınları, 1990
- JEANNIERE, Abel, “Modernite Nedir?”, Birikim S.52, Ağustos, 1993
- IŞIK, Oğuz, “Modernizm Kenti / Postmodernizm Kenti”, Birikim S.53, Eylül, 1993
- VILLA, Dana R., “Postmodernlik ve Kamusal Alan”, Yapı Kredi Yayınları, Cogito Yaz 1996
- TOPAL, Mustafa, “Kuantum Fiziği: Felsefe ve Düşüncede Devrim”, İnsancıl S.74, 1996
- MAHÇUPYAN, Etyen, İdeolojiler ve Modernite, Patika Yayınları, 1996
- MAHÇUPYAN, Etyen, Osmanlıdan Postmoderniteye, Patika Yayınları, 1996
- ÖZBEK, Ramazan, Modern ve Geleneksel Yerleşimlerdeki Kullanıcı Memnuniyetinin Ataşehir ve Kuzguncuk Örnekleminde Değerlendirilmesi, İTÜ, Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Tezi, 1998
No comments:
Post a Comment